"Manifestolar özünde Devrim’e doğru yapılan çağrılardır. Beni en çok heyecanladıran kısmı bu değil; daha çok içinde barındırdığı dönüşüme dair taşıdığı heyecandır. Sizinle bugün bu süreçte yaşadığım heyecanımı paylaşacağım. Bir çağı, bir dönemi kavramak için o çağın içinden bakmak lazım, günümüzden bakarsak yanlış ve eksik bir kavrayış içinde kendimizi bulmamız çok olası…”
Dünyaya ilk gözlerimi nerede açtığımı bilmiyorum ama kendimi ilk olarak Alanya'da eski bir Türk evinde bilmeye başladım diyebilirim... kocaman bir bahçede tek başıma dolaşarak ağaçlarla iletişim kurmayı orada öğrendim. Dinlemeyi öğrendim aslında, 1979 senesinden 3 sene kadar sonra yani 3 yaşımdayken o kadar çok ağaç arkadaşım vardı ki, bütün yalnızlığıma rağmen onlarla olan temasımdı o zamanlar beni ben yapan... eski Türk evlerinin pencerelerindeki kocaman denizlikte oturmaktı akşamları en büyük eğlencem; açık hava sinemasının kocaman perdesi görünürdü evden, sessiz film izlemeye ilk o zamanlar başlamıştım, gördüğüm şey ekrandaki karelerdi sadece...
bir de dedemin çok insani dokunuşları; kendimi böyle bilmeye başladım sanırım... sonra o kadar çok dolaştım ki ülkenin doğusunda; tam da 90'larda savaşı gördüm, o zamanlar başladı algımdaki kırılmalar. sene 92'de Ankara'da buldum kendimi birden bire; kasaba gibi şehirlerde yaşayan bir insan için çok fazlaydı her şey ve içime kapanmama sebep oldu bu kaos... çok sonradan bu kapanışların aslında kendi yolculuğumda önemli eşikler olduğunu anladım. Her kapanışta daha da yaklaşıyordum kendime sanki... Denize doğan ben için bozkır’ı yaşamak ilginç bir deneyimdi. Bozkırda tek başına duran ağacın gücünü ve onunla birlikte gelen yalnızlığını ilk defa yaşıyordum ve bundan müthiş bir haz alıyordum; hala da öyle. Ama bütün bunlar çok tekil dokunuşlardı; Ankara'da yaşadığım süre boyunca ‘insanların’ olduğunu ve gerisinin çok da bir önemi olmadığını fark ettim; çok yer gezmekten kaynaklı azalmış olan aidiyet duygum yere değil sadece insanlara ait olmaya başladı bir süre sonra; sanırım bu yüzdendir ki bu çorak topraklardan hiç hoşlanmadığım halde hala buralarda nefes almaya devam ediyorum. Ama hayatımın en önemli dönüşümünü tek isteğim olan Gazi Mimarlık'a girince yaşadım... ilk derste bir ses'in ‘içinizdeki çocuğu bulacaksınız burada’ demesiyle başladı her şey... bakmayın hala arıyorum; yaklaştığım zamanlar çok oluyor. Ne zaman bir salıncak görsem uçuyorum gökyüzüne, dedemi anımsıyorum ve özgürleşiyorum... mimarlık bölümünde okurken fotoğrafla daha yakından ilgilenmeye başladım, çok uzunca bir süre sadece çektim, kendi dünyamda gördüklerimden oluşan kareler yakalamaya çalıştım; bazen oldu bazen hiç olmadı ama çok keyif aldım. Fotoğraf’ın an olarak algılanmasını; ilişki kurulan an’a dönüştürmeye çalıştım, ama sanırım en çok da yalnız... bozkırdaki o ağaç kadar yalnız... 2004 yılında mezun oldum mimarlıktan... Öncesinde ve sonrasında hayatıma giren ve bendeki dönüşüme katkı sağlayan herkese sonsuz teşekkür. belki de bir süredir fotoğraf çekemiyorum, kendime ‘mimar’ demeyi zaten oldum olası hiç uygun bulmadım; aslında hiç kimseyim ben...